SağlıkYaşam

SON 5 YILDA SİNİR İLACI KULLANIMI 2.5 KAT ARTTI

RUH SAĞLIĞIMIZI EN ÇOK AİLE İÇİ SORUNLAR ETKİLİYOR

Ekonomik sıkıntılar, göç, işsizlik, toplumsal travmalar ve belirsizlik…Türk toplumunun sinir sisteminin bozulmasının, giderek stresli ve depresyona meyilli bir yaşam sürülmesinin başlıca nedenleri arasında gösteriliyor. İstinye Üniversite Hastanesi’nden Psikolog ve Medikal Aile Terapisti Duygu Başak Gürtekin, araştırmaların son yıllarda Türkiye’de hem psikiyatrik ilaç tüketiminin hem de depresyon ve diğer ruh sağlığı hastalıklarının giderek arttığını gösterdiğini söyledi.

Gündelik hayatımızda evde, işte, hatta trafikte karşılaştığımız sinirli insanların sayısındaki artış, toplumsal olarak daha fazla stres yükü taşıdığımızın bir göstergesi. Sağlık Bakanlığı’nın 2015 yılında açıkladığı veriler de Türkiye’de  ruh sağlığı hastanelerinin doluluk oranının yüzde 100’e ulaştığını ortaya koyuyor. Bireylerin ruh sağlığındaki sorunların temelinin aile içindeki ilişilere dayandığına dikkat çeken İstinye Üniversite Hastanesi’nden Psikolog ve Medikal Aile Terapisti Duygu Başak Gürtekin, sinir sistemimizi bozan sebeplerle ilgili bilgiler vererek, daha iyi bir ruh sağlığına kavuşabilmek adına önerilerde bulundu;

HER SİNİRİ BOZULAN İLACA BAŞVURUYOR

Türkiye’de ne yazık kı son yıllarda hem psikiyatrik ilaç tüketimi hem de depresyon ve diğer ruh sağlığı bozuklukları giderek artıyor. Dünyada depresyon teşhisi konan kişi sayısı 300 milyon kişiye ulaşırken, Sağlık Bakanlığı’nın 2015 yılında açıkladığı verilere göre Türkiye’de  ruh sağlığı hastanelerinin doluluk oranı yüzde 100’e ulaştı. Tablo öylesine kötü ki, ülkemizde her 10 kişiden 1’i anti depresan ilaç kullanıyor ve bu oran giderek artıyor. Anti-psikotik ilaç kullanımı ise son 5 yılda 7 milyon 201 bin kutudan 12 milyon 158 bin kutuya çıkmış durumda.

Hasta ya da danışan adayının, kesinlikle bir ruh sağlığı uzmanı tarafından detaylı değerlendirmeye alınmadan psikiyatrik ilaç kullanmaması gerekir. İlaçların kişinin tedavisinde uzman takibinde sürdürüldüğünde olumlu etkileri olabileceği gibi, yanlış, eksik ya da aşırı doz ilaç kullanımı büyük yıkımlara da neden olabilmektedir. Bilinenin aksine, anti-depresan tedavisi çoğu zaman tek başına çözüm değildir, ruhsal bozuklukların tedavisinde ilaç kullanımının yanı sıra, terapinin de çok önemli bir iyileştirici etkisi vardır. Kişi bir şeylerin yolunda gitmediği ve destek alması gerektiği fikrine kapıldığında önce bir klinik psikolog değerlendirmesinden geçmeli ve değerlendirme seansları sonrasında psikiyatri yönlendirmesi ihtiyacı olup olmadığına karar verilerek doğru ve etik yönlendirme süreci ile tedavi sürdürülmelidir. Ne yazık ki ülkemizde bu süreç çoğu zaman tersten akabilmekte ve detaylı değerlendirilmeler yapılmadan gereksiz psikiyatrik ilaç kullanımı yapılmaktadır.

KORUYUCU RUH SAĞLIĞI HİZMETİ ŞART

Ülkemizdeki depresyon ve ilaç kullanımındaki hızlı yükselişin nedenleri ise ekonomik sıkıntılar, göç, işsizlik, toplumsal travmalar ve belirsizlik süreçleri olarak özetlenmektedir. Bu konuda önleyici ve korucuyu çalışmaları artırmak, toplumsal travmaların iyileşmesi için bireyden başlayarak topluma yayılan bir “koruyucu ruh sağlığı bilinci” oluşturmakta büyük yarar vardır. Bu bilinci oluşturmanın en önemli yoluysa kişilerin ruh sağlığı uzmanlarına erişimlerini ve hizmet alım güçlerini sağlamaktan geçiyor. Psikoterapi ve psikiyatri hizmeti, insan hakları ve hasta hakları yönergeleri tarafından önemle desteklenmekte ve her bireye eşit sağlamasının hassasiyetle altı çizilmektedir.

EN ÇOK AİLESEL KONULARA SİNİRLENİYORUZ

Kişinin yaşadığı problemleri çevresel faktörlerden, kültürden ve parçası olduğu sistemlerden bağımsız görmek imkansızdır. Bunun ilk örneği aile sisteminde karşımıza çıkar, bir aile üyesinin yaşadığı herhangi bir problemi sadece kişinin özelinde ele almak aslında pek çok noktayı gözden kaçırmaya neden olabilir. Bu nedenle sinirlerimizi, hayata karşı denge ve düzenimizi bozan herhangi bir durumun çevresel faktörlerden bağımsız gerçekleştiğini söyleyemeyiz.

Günlük yaşamımızda bize en çok etki eden sistem ailedir ve ailenin kendi dinamiği bizim mutluluk, hayattan alınan tatmin, sevgi ve güven gibi temel ihtiyaçlarımıza karşılık veren kurumdur. Ailede yaşanan bir yıkım ya da travmanın bireyler tarafından eş zamanlı deneyimlenmesi hem biyolojik hem de ruhsal olarak bizi etkilemektedir. Bu Türkiye’nin kültürel ve sosyal yapısına bakıldığında kişiyi ruhsal ya da sinirsel olarak etkileyen iletişim ağları arasında biyolojik aile ilişkilerinin kendisini oldukça hissettirdiği bir ilişki döngüsü olarak ortaya çıkar. Bunun devamında ise kişinin iş, okul ve sosyal yaşantısında kurduğu bağlar ve oluşturduğu sınırlar, üzerinde etki yaratan kişi ve durumlar net bir biçimde gösterilebilir.

ÖDENMEYEN MAAŞLAR VE İŞSİZLİK SİNİR SAHİBİ YAPIYOR

Aileden sonra hayatımıza en çok temas eden sistemin iş ve sosyal yaşamdır. İş hayatında yaşadığımız stres, özellikle üstesinden gelemeyeceğimiz iş yükleri altına girmemizle birlikte başa çıkılması çok zor bir duruma gelebiliyor. Bu ağır stres durumu, bir yandan ekonomik şartlarımızı iyileştirme çabasıyla, diğer yandan sosyal refah sağlamak ve daha kaliteli bir yaşama ulaşmayı hedeflememiz sebebiyle giderek artan bir hal alıyor. Yaşam koşullarının giderek zorlaştığı bir düzende, eğitim aldığımız işleri yapamama, ödenmeyen maaşlar, işsizlik ve beraberinde gelen tüm sosyo-ekonomik sıkıntılar stres düzeyimizi artıran ve sinir sistemine doğrudan etki eden önemli durumlardır.

KARŞI TAKIMIN TEZAHÜRATI BİLE STRES SEBEBİ

Bazen sadece bir gürültü olduğunu düşünsek de rekabetin örgütsel hayata derinden nüfuz ettiği bir düzende karşı takımın tezahüratı dahi stres düzeyini artıran, yaşamımızı etkileyen bir olay haline gelebiliyor. Giderek artan hassasiyetimiz ve yaşam yorgunluğumuz, TV ekranında, radyoda, sosyal medyada tanıklık ettiğimiz siyasi tartışmalar ve dünya üzerinde devam eden savaşlar, çatışmalar, terör, göçler, travmatik olaylarla birlikte toplumsal travmalara dönüşüyor. Sadece bizleri değil, bizden sonraki kuşakları da etkisi altına alabilecek olan bu travmaların etkisi bizlerde çok derin izler bırakabiliyor. Tam bu nedenlerden dolayı içinde yaşadığımız irili ufaklı tüm sistemlerin bireyde yarattığı etkiyi dikkate almak, beden ve ruh sağlığını korumak, yapılması gereken ilk manevi yatırımımız olmalıdır. Aksi takdirde stres bozuklukları, tükenmişlik sendromu gibi sonuçlarla karşılaşmamız kaçınılmaz olacaktır. Yine de sonuç bizi bu noktaya getirdiğinde, bir uzmandan destek alarak üstesinden gelinebileceğini hatırlatmakta yarar vardır.

FİZİKSEL HASTALIKLARIN TEMELİNDE STRES VAR

Yapılan araştırmalarda bağışıklık sistemi ve sinir sistemimizin doğrudan etkilendiği en önemli faktörlerden biri ‘stres’ olarak görülmektedir. Bedenimize yansımış bir ağrı, bazen fiziksel olarak varlığını gösterse de, muayene sonucunda psikolojik kökenli bir durum olduğu ortaya çıkabilir ve sürecin bir psikoterapist tarafından detaylıca değerlendirmesi gerekebilir. ‘Psikosomatik’ olarak adlandırılan bu ağrılar, kimi zaman sinir sistemiyle doğrudan ilişkili olmasa da ruhsal olarak oldukça yorucu ve yıpratıcı sonuçlara varabilir. Bu nedenle hastaların psikiyatri ve psikoloji bölümü yönlendirmelerini ciddiye almaları ve tedavilerini bütüncül bir şekilde tamamlamaları önerilir.

KENDİNE ZAMAN AYIR, “HAYIR” DEMEYİ ÖĞREN

Metropol hayatının bir parçası haline gelmiş stresin, iş hayatımızda, evimizde, okulda, akademik yaşantımızda, trafikte, giderek artan şehir gürültüsünde, maddi problemlerimizin artışında, yetemediğimiz ve yaşama dair tıkandığımızı hissettiğimiz pek çok alanda bizi kolayca yakalaması mümkün. Çoğu zaman stresle tam olarak vedalaşmamız mümkün olmasa da, onu belirgin bir şekilde hayatımızdan uzaklaştırmanın yolları elbette vardır. Bunlardan ilki mükemmeliyetçilikten uzaklaşmak ve anı yaşamayı denemektir. Ayrıca, kişi kendine bakımı ve yaşam kalitesini yükseltecek diğer eylemleri artırarak, örneğin; spor, sanat, uyku düzeni, sağlıklı beslenme vb., tüketici ruh hallerinden uzaklaşabilir ve kendisini stresten koruyacak önemli adımlar atabilir. Bu alanda yapılan araştırmaların genel değerlendirilmesine bakıldığında ortak sonuç, kişinin kendine ayırdığı kişisel zamanın, severek yaptığı eylemlerin artrılmasının ve “hayır” diyebilme üzerinden ilişkilerinde koruduğu kişisel sınırılarının stresle başa çıkmada etkisinin büyük olduğu saptanmış, bu koruyucu önlemler akademik kaynaklarca da desteklenmiştir.